forum 251 - page 7

1980’de sadece 1000 kadar kayıtlı ihracatçı firma vardı, top-
lam ihracatımız ise 3milyar dolar düzeyindeydi. Bugünse 50 bin-
den fazla kayıtlı ihracatçımız dünyaya açılarak para kazanmaya
çalışıyor. 1980’lerin başında tarım ihracatçısı bir ülke konumun-
dayken, bugün sattığımız malların %94’ü sanayi ürünlerinden
oluşuyor. Türkiye bunu, petrol veya doğal gaz gibi kaynaklara
sahip olmadan, sadece müteşebbis gücüyle başarmıştır.
Komisyonculara mal satmakla ihracat yapmayı öğrenen fir-
malarımız, artık yabancı pazarlarda yerleşik hale geliyor. Türk
özel sektörünün bugün yurt dışında 30 milyar dolara yakın
yatırımı bulunuyor. Müttehitlerimizin, Türkiye’nin etrafındaki
coğrafyanın neredeyse tamamında önemli yatırımları, makine
parkları bulunuyor. Dünyanın en büyük 250 uluslararası mü-
teahhitlik firmasından 42’si Türk müteahhitleridir.
Sanayici ve tüccarımız da, üretim ve pazarlama ağlarını et-
rafımızdaki coğrafyaya genişletiyorlar. Yeri geldiğinde fabrika
açıyorlar, yeri geldiğinde temsilcilik açıyorlar ya da stratejik
ortaklıklar kurma yoluna giriyorlar. Bu dediklerimi sadece
İstanbul’daki büyük şirketlerimiz değil, Anadolu’daki binlerce
KOBİ’miz de yapıyor.
Şirketlerimizin zihinsel kodları da değişiyor. Markalaş-
manın önemini ve faydasını anlıyoruz. Marka tescilinde son
yıllarda Avrupa’nın ilk üç ülkesinden biri haline geldik. Zira
sadece iç pazarlara değil dış pazarlara odaklanarak üretim
yapıyoruz. Bu sayede 210’dan fazla ülkeye ihracat yapıyoruz.
Avrupa’da satılan her dört televizyondan, her beş beyaz eşya-
dan biri Türkiye’de üretiliyor. Enerji arz güvenliğinde stratejik
bir önem kazanıyoruz.
Şimdi tarihin yeniden şekillendiği kırılma noktalarından
birini yaşıyoruz. Türkiye, ilk kez, nerede olduğu için değil,
coğrafi konumu sayesinde değil, ne olduğu için, bu topraklar
üzerinde ne inşa ettiği için önem taşıdığı bir döneme girdi. 35
sene önce üçüncü dünya ülkesi görünümündeydik. Bugünse
bölgesel bir güç haline geldik. 35 sene sonra 2050 için çok daha
iddialı hedeflerimiz var.
“Dünyada en çok yaşamak istediğiniz ülke” sorusuna Türkiye
cevabının ilk 10’a girdiği bir Türkiye hayal ediyorum. Araştırma
ve geliştirmeye dayanan yenilikçi ve rekabetçi bir ekonomik
model kurmuş, tüm bu coğrafya için ilham kaynağı olmuş bir
Türkiye görmek istiyorum. En az üç sektörde dünya lideri pozis-
yonunu elde etmiş, dünyada tanınan 10marka üreten, dünyanın
en büyük 500 şirketi arasında 20 Türk şirketine sahip bir özel
sektör hedefliyorum. Sadece küresel değer zincirleri içinde yer
almakla kalmayan, küresel değer zincirleri oluşturup dünyaya
yayılan küresel milli şirketlerimiz olmasını istiyorum.
2050 hayalimde öyle bir Türkiye var ki; Bölgemizdeki şirket-
ler, Türkiye’ye mal sattığını referans olarak gösterecek. Ülkeler
“Nasıl daha fazla Türk yatırımı çekebiliriz” diye konferanslar
düzenleyecek. Hastası olan, hükümetinden “Türkiye’deki
hastaneler gibi” hastane isteyecek. Çocuğunun geleceğini
düşünen, Türkiye’de üniversitelere göndermenin yollarını
arayacak. Yazarlar, kitapları Türkçeye çevrilsin diye, Türkiye’de
yayınevlerini dolaşacak.
TOBB olarak böyle bir Türkiye hedefine ulaşmak, gelecek ne-
sillere böyle bir ülke bırakabilmek arzusuyla çalışıyoruz. Ahmet
Arif’in dediği gibi; Umut ile, sevda ile, düş ile, bu büyük Türkiye
hayalimiz için çalışıp, hedeflerimizin peşinden koşacağız.
2
015 yılı pek çok açıdan tarihimizde önemli bir kavşak
noktası. 35 sene sonra 21’inci asrın tam ortasına rast-
lıyor. 35 sene öncesi ise dünyada ve Türkiye’de ortaya
çıkan yeni iktisadi yapıların temelinin atıldığı 1980’lerin
başına denk geliyor.
1980’lerde dünyayı en iyi ne simgelerdi diye baktığımızda
duvarları ve sınırları görüyorduk. Bu alanların içinde dünyanın
geri kalanından bağımsız olarak yaşanabiliyordu. Bilişim ve lo-
jistik alanındaki ilerlemelerle birlikte artık buna imkân kalmadı.
Şimdi dünyayı en iyi ne simgeliyor diye baktığımızda interneti
görüyoruz. Ülkeler bir bütünün parçaları olarak işlev görmeye
başlıyor. Bu yüzden de AB, NAFTA, TTIP gibi oluşumlar, yani
bir bütünün parçası olmak daha fazla talep görüyor.
Türkiye’ye baktığımızdaysa 35 sene önce 80’lerin başında
ekonomimiz; rekabete kapalı, yüksek gümrük duvarları ar-
kasında kalitesiz malı içeride pahalı üreten, ithal ikameci bir
yapıdaydı. Rahmetli Özal bu sağlıksız yapıyı değiştirecek adım-
ları atmaya başladı. Ekonomide ilk reform hamlesini başlatan
Özal’la birlikte Türkiye ekonomisi hızlı bir gelişme gösterdi.
Rekabete açık, ihracatı ciddi bir iş alanı gören yeni bir zihniyetle
tanıştık. Sonuçta 70’lerin “hasta adamı” gitti ve yerine müthiş
bir ekonomik performans sağlandı. Dünyaya açılarak ve rekabet
ederek para kazanmayı öğrendik. Türkiye önemli bir güç ve
çekim merkezi haline geldi. İş insanlarımız büyük bir şevk ve
dinamizmle dünyanın her yerinde iş yapmaya başladı.
Ne yazık ki bu performans ve reform süreci 90’larda devam
ettirilemedi. Eski kötü alışkanlıklarımızdan, köhne ve hantal
kurumlarımızdan, yasakçı zihniyetlerimizden vazgeçmedik.
Siyasi hesaplar ve çıkarlar ön plana çıktı. Koalisyon hükümet-
lerinin uyumsuzluğu ve vizyonsuzluğu 90’ların kayıp yıllar ola-
rak tarihe geçmesine neden oldu. Reel sektörün önünü açmak
yerine kapattık. Bankalardaki kaynaklar hükümetlerin popülist
ve verimsiz harcamalarıyla israf edildi. Sonuçta bütün dünya
büyürken, biz yerimizde saydık. Koca bir 10 yılı boşa geçirdik.
Hem kamu maliyesi çöktü hem de mali piyasalarımız. Bunun
bedelini de 2001 krizinde ödedik.
Nihayet 2001 kriziyle gördük ki, Türkiye’nin karşı karşıya
bulunduğu meselelerin çözümü için, başta kamuda olmak üzere
iktisadi, idari ve siyasi yapıda bir zihniyet devrimini gerçekleş-
tirmemiz gerekiyor. İşte böylece ikinci reform hamlesi başladı.
Kamu maliyesinde ve bankacılık sisteminde çürükler ayıklandı.
Daha şeffaf ve hesap verebilir bir sistem kuruldu. İş ortamının
iyileştiren adımlar atıldı. Bunların sonuçları da görüldü. 2002-
2007 arasında ekonomi ortalama yıllık %7 büyüdü. 3 milyon
kişiye yeni istihdam alanı açıldı. Enflasyon ve faiz oranları tek
haneli seviyelere geriledi. Dünyanın 17’nci büyük ekonomisi
olduk. Bu bir başarı hikâyesidir ve bunda büyük payı olan Türk
müteşebbisi, sanayicisi, üreticisi, çalışanı hepimizin övünç
kaynağı olmuştur.
1980’lerin başında Suudi Arabistan ekonomisi Türkiye’den
daha büyüktü, Yunanistan’la ise eşit konumdaydık. Bugünse
Türkiye bu bölgenin en büyük ekonomisi oldu. İtalya ile Çin
arasında sanayi üretim kapasitesi en büyük ülke haline geldik.
Üstelik sanayimizi tüm Anadolu’ya yaydık. 1980’de Türkiye’de
sadece 12 Organize Sanayi Bölgesi (OSB) vardı. Bugünse 200’e
yakın OSB yatırımcılarla dolmuş durumda. Yurt dışı müteahhit-
likte ve turizmde dünyada ilk sıralara yükseldik.
EKONOMİK
FORUM
7
i
1,2,3,4,5,6 8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,...132
Powered by FlippingBook