75
EKONOMİK
FORUM
ile ilgili referandumlar yapılmıştı: Norveç
1972 ve 1994, Britanya 1975, Danimarka
1992 ve 1993, Fransa 1992 ve 2005, İrlanda
2001, 2002, 2008 ve 2009, Hollanda 2005
gibi. Ama bu referandumlar üye olmaya
hazırlanan bir ülkenin girip girmemesi ile
ilgiliydi, ya da AB üyesi devletler arasında
imzalanan anlaşmaların onay sürecinin bir
parçasıydı. İlk defa 46 yıldır AB üyesi olan
bir devlet üyeliğin devamını tartışmaya
açtı ve cin şişeden çıkmış oldu.
AB karşıtı akımlar
Aslında bu sonuç, diğer bazı AB ül-
kelerinde de giderek yaygınlık kazanan,
Avrupa şüpheciliğinin bir tezahürü ola-
rak değerlendirilebilir. AB karşıtı akımları
gerek siyasi yelpazenin sağında, gerekse
solunda olmak üzere son yıllarda güç-
lendi. Özellikle Fransa’da Ulusal Cephe,
Almanya’da Alternatif Parti, Britanya’da
Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi, İsveç
Demokratları, Avusturya’nın Özgürlük
Partisi ve Hollanda’daki Geert Wilders’in
Özgürlük Partisi gibi aşırı sağ partiler, göç
karşıtı, AB karşıtı, milliyetçi görüşleri ile
memnuniyetsiz seçmen arasında destek
tabanını genişletti.
İlk referandum
Britanya’daki referandum sonucuna
benzer bir etki yaratan ilk referandum
1992’de Danimarka’da gerçekleşen re-
ferandumdu. Avrupa Birliği’nin kuran
Maastricht Antlaşması’nın onay süreci
kapsamında gerçekleşen referandumda
seçmenlerin %50.7’si Antlaşmaya “Hayır”
oyu vermişti. Bu da yetmezmiş gibi, Fran-
sa’da aynı amaçla düzenlenen referan-
dumda “Evet” oyu çıkmasına rağmen, bu-
nun sadece seçmenlerin %51’i tarafından
verilmesi, yani Fransa gibi AB’nin lider bir
ülkesinde“Evet”ve“Hayır”oyları arasındaki
farkın bu kadar az olması endişeleri artır-
mıştı. Avrupa Birliği’nin kurulması ile yeni
bir aşamaya geçen ve Komünist Blok’un
yıkılması ile başlıca var oluş nedenlerinden
birini yitiren Avrupa entegrasyon süreci
için artık fırsatların yanında tehlikelerle
dolu bir dönem başlıyordu. Avrupa enteg-
rasyonunu 2004 ve 2007’de genişlemelerle
tüm Avrupa kıtasına yaymayı başaran AB,
Maastricht Antlaşması ile temelleri atılan
Ekonomik ve Parasal Birlik, Ortak Dış ve
Güvenlik Politikası ve Adalet ve İçişleri alanı
gibi yeni hedeflerle çıtayı yükseğe koyu-
yordu. Bu yeni hedeflere ulaşılmasında üye
devletler ile yetki paylaşımı içine giren AB,
özellikle Avro alanı ve Schengen Bölgesi
gibi sınırların kaldırılması ve ortak düzenle-
melerin yapılmasını içeren yeni girişimleri
ile artık sıradan Avrupalı’nın hayatında çok
daha fazla söz sahibi oluyordu.
AB için bir alarm zili
Tüm bu gelişmeler, AB’nin halkların
temsili ve katılımını sağlayacak etkin bir
demokratik sistem oluşturmasını ge-
rektiriyordu. Ancak bu süreç içinde AB
kurumları büyük ölçüde teknokratik ve
bürokratik kurumlar olarak kaldılar. Avru-
pa Parlamentosu’nun artan gücü ya da
Avrupa Komisyonu’nun artık Parlamento
tarafından seçiliyor olması yeterli olmadı.
Özellikle radikal sağ ve sol kesimler, AB’yi
ulusal egemenliği aşındıran, müdahaleci,
büyük sermaye yanlısı bir kuruluş olarak
algıladı ve o şekilde sundu.