İran’la
barış
meselesi
Prof. JEFFREY D. SACHS
İ
ran ve BM Güvenlik Konseyinin beş daimi
üyesi (ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya)
artı Almanya arasında imzalanan Nükle-
er Çerçeve Anlaşması küresel diplomaside
açısından önemli bir başarı olarak değerlendi-
rilmeli. Bu anlaşma mantıklı umudun mantıksız
korkuya karşı kazandığı zaferi temsil eder ve
uygulanmayı hak etmekte. Ne var ki, şimdi ABD,
İran, İsrail ve başka yerlerde bulunan ve haziran
ayında yapılacak kesin anlaşma tarihinden önce
mutabakatı bozmak isteyen muhafazakârlara
karşı bir yarış başladı.
Çerçeve anlaşma tüm tarafların menfaatine.
İran, ekonomik yaptırımların sona erdirilmesine
karşılık, uranyumyakıtının zenginleştirilmesi dâhil
nükleer faaliyetlerini daraltacak. İran hükümeti
(kendisinin inkâr ettiği) nükleer bomba yapımın-
dan daha da uzak tutulmakta, ekonomik iyileşme
ve büyük güçlerle ilişkilerini normalleştirme fırsatı
bulmakta. Dolayısıyla, izlenmesi ve doğrulanması
şartıyla, akıllı, pragmatik ve dengeli bir yaklaşım.
Bu durum ABD ve İran hükümetlerinin bir-
birlerine birdenbire güvenmesini gerektirmez,
ama her iki tarafın da çıkarına yönelik özel adım-
lar atılmasına imkân tanıyarak, güven oluştu-
rulması için bir fırsat sunabilir. En önemlisi,
BM Güvenlik Konseyi’nin çerçevesi dâhilinde
uluslararası hukukun bir parçasıdır.
İRAN’LA BARIŞ YAPMA VAKTİ
Muhafazakârlar diğer tarafa asla güven olma-
yacağı fikrini öne sürerek, kendini gerçekleştiren
ve savaşı daha da olası hale getiren bir politika
ile insan doğası teorisi ortaya atmakta. Bu korku
satıcıları kenara konmayı hak ediyor. Artık barış
yapma vakti.
Bugün Batı ile İran arasındaki büyük ayrımın
önemli oranda geçmişte Batı’nın İran’a (1935’e
kadar Acem) gösterdiği düşmanca tavrın bir
sonucu olduğunu belirtelim. Britanya İmpara-
torluğu 20. yüzyılın başından itibaren buradaki
geniş petrol rezervlerini kontrol atında tutmak
için İran’ı manipüle etti. 2. Dünya Savaşı’ndan
sonra bu görev daha çok ABD’ye düştü.
Aslında, darbeden diktatörlüğe, savaşa ve
yaptırımları kadar, ABD kendi iradesini İran’a
uygulamak için 60 yıldan uzun süre işkence
yaptı. CIA ve Britanya’nın MI6’sı birlikte Mu-
hammed Musaddık’ın İran’ın petrol rezervlerini
millileştirme çabalarını engellemek için 1953’te
Musaddık’ın demokratik yollardan seçilmiş hü-
kümetini devirdi. ABD daha sonra 1979 yılındaki
İslam Devrimi’ne kadar ülkede hâkim olan Şah
Muhammed Rıza Pehlevi’nin zalim diktatörlü-
ğünü kurdu.
Devrimin ardından, ABD yaklaşık bir mil-
yon İranlının öldüğü 1980’lerdeki İran-Irak
Savaşı’nda Irak’ın silahlanmasına yardım etti.
1987’den beri, ABD İran terörizmi iddiaları ve
nükleer tehdit iddiası gibi çeşitli gerekçelerle
İran’a karşı ekonomik yaptırımlar uyguladı. Ve
ABD, 2006’dan bu yana uygulanmakta olan BM
tedbirleri baskısına öncülük ederek, bu yaptı-
rımları uluslararası hale getirmek için çok çalıştı.
ABD’deki muhafazakârların elinde, 1979
yılında Tahran’daki ABD elçiliğine el konarak,
66 ABD’li diplomatın ve vatandaşın 444 gün
boyunca rehin tutulmasıyla başlayan uzun bir
şikâyet listesi var. Bunu İran’ın İslamcı isyanlara
katılması ve İsrail karşıtı siyasi hareketlere ve
terörist olarak görülen gruplara destek vermesi
takip ediyor.
İran’ın İngiltere ve ABD ile yüzleşmesi, Batı’nın 19. ve 20.
yüzyıllarda kendi gücünü ve siyasi iradesini dünyanın büyük
bölümüne yansıtmak için askeri ve ekonomik hâkimiyetini
kullandığı kapsamlı destanın bir parçası.
Bugünün düşük ve orta
gelirli ülkeleri
şimdi gerçek bir egemenlik dönemine giriyor.
GÖRÜŞ
88
EKONOMİK
FORUM
Jeffrey D. Sachs
Columbia Üniversitesi’nde
Sürdürülebilir Kalkınma
Profesörü, Sağlık Politikası
ve Yönetimi Profesörü
ve Dünya Enstitüsü
Direktörüdür. Ayrıca
Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri’ne Milenyum
Kalkınma Hedefleri
konusunda Özel
Danışmanlık yapmaktadır.