nin zaman boyutu kadar sınırları var. Örneğin tüm
canlı organizmaların yaklaşık üçte biri toprakta
yaşıyor, ama ancak bunların yüzde biri tanımlan-
mış durumda. Büyük çeşitlilik gösteren bu yaşam
formları arasındaki ilişkiler yeterince bilinmiyor.
Gelişmiş ve karmaşık yapı olan toprak ekosistemi
organik atıkları toprağa çevirir. İçtiğimiz suyun
büyük bölümünü ve soluduğumuz havayı süzüp
temizler. Atmosferdeki karbondioksiti belirlemede
de toprağın etkisi vardır. Endüstri, toprağın, suyun
ve havanın kendini yenileme sınırlarını aşan baskı-
lar yarattığı zaman, yok olma süreci hızlanır.
Fizik kuralları gibi süreçlerin de “kendine ben-
zerlik” özelliği taşıması, süreç parçalarının belli
ölçü düzeylerinde belli yapılar halinde kendilerini
tekrarlaması, ayrıntıların eğilimleri belirlemesine,
eğilimlerin de ayrıntıları etkilemesine yol açar.
Bu kendini yeniden üretme olgusu sürdürebilirli-
ği sağlar. Örneğin, paslanmaz çelik yüzeyde krom
yardımıyla dış etkenlere karşı koruyucu ince bir
tabaka oluşturulabilir. Böylece çelik her darbe alı-
şında kendini yeniler. Krom, çeliğe paslanmazlık
özelliğini ve dayanma gücünü kendini yenileme
özelliği kazandırır.
FİZİKYASALARI HAYATI ANLAMIMIZI
SAĞLIYOR
Prof. Dr. Meinhard Miegel, Magazine Deutsc-
hlanda’daki yazısında, sanayileşme başladıktan
250 yıl sonra ortalama ömrün uzadığını, eğitim
düzeyinin yükseldiğini, kişi başına üretilen mal-
lar bakımından Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve
Japonya gibi ülkelerin tasavvur ve beklentilerini,
resmi kayıtlardaki 150 ülkeden sadece 43’ünün
gerçekleştirebildiğini belirtiyor. Miegel, bu ülkele-
rin büyük bir hızla kaynak tükettiklerini, toprak,
su ve hava çözünme hızından daha büyük bir hız-
la kaynak tüketmeleri nedeniyle dünyanın taşıma
kapasitesini aştıklarının altını çiziyor. Eğer bilinçli
biçimde bir gözetim ve denetim mekanizması dev-
reye sokulmazsa, kendini yeniden üretim sınırla-
rını aşan kaynak harcaması kendi felaketimizi de
birlikte getirebilir.
Bireyin, toplulukların ve toplumların kendi sı-
nırlarını bilmeleri çok önemli. Güç kullanmanın te-
mel ilkelerini anımsayalım: Gücünüzün sınırlarını
bileceksiniz, gücü kullanma zamanını iyi belirleye-
ceksiniz ve gücü kullandıktan sonra size nasıl geri
döneceğini iyi hesaplayacaksınız.
Kaynakların yeniden üretilmesi olanaklarını
hesaplamazsak, kısa dönemli bakışlarla aşırı istis-
mar edersek, sürdürebilirliği sağlamamız mümkün
olmaz, gelecek kuşaklara da içi boşaltılmış bir dün-
ya bırakırız.
Evrimin üçüncü gerek şartı, teknolojinin
küresel ve üstel büyümesi ileriye ve geriye bağ-
lantıları bütünde ele alınmalı.
İnsanoğlu salt
çıplak gücüyle yapamadıklarını aklını kullanarak
bulduğu araç ve yöntemlerle yapabiliyor. Sanayi
Devrimi’ne kadar ve bu devrimin ilk dönemlerinde
insan aklının geliştirdiği teknoloji yerel ve doğrusal
büyüyordu. Bugün ise küresel ve üstel büyümeye
tanıklık ediyoruz.
Teknolojinin hızlı gelişmesi,
“doğanın kendini
yeniden üretme kapasitesini”
aşan kaynak harcama-
larına yol açabiliyor. İklim değişikliği konusunda
bugün yaşanan endişeler, insan doğasının sınır
konmaz hırsıyla zorlanabiliyor. İnsan teknolojik
gelişmeler nedeniyle doğadan bağımsızlaşıyor,
zaman kazancı sağlıyor, daha derinlere inebiliyor,
ama zenginlik üretmek için kullanılan araç ve yön-
temlere bağımlılıkları da artıyor.
Son dönemlerde teknolojinin üstel büyümesi-
nin, iklim gibi sorunların yine teknolojiyle çözüm-
ler üretilebileceğini,
“kıt kaynak”
ilkesinin teknoloji
aracılığıyla aşılabileceğini ileri süren düşünceler
de var. İddialara peşin hükümle karşı çıkılmaması,
hem teknolojinin yeni alan yaratmasına özen gös-
terilmesi hem de var olan kaynakları akılcı kullan-
ma yollarının bulunması daha gerçekçi bir yol gibi
gözüküyor.
Teknoloji ayrıca insanla doğa arasındaki doğru-
dan ilişkileri zayıflatıyor. Her teknolojik bağımsız
hale getiriyor, ama öte yandan başka bir bağımlı-
lığa zorluyor. Örneğin otomasyon insanı sıradan
rutin işlerden bağımsızlaştırırken, bu kez işsizlik
sorunu yaratarak başka bir bağımlılığa itebiliyor.
“Kapsayıcı kurum”
dediğimizde “kendini yeni-
den üretme mekanizmasının işleyişini güven altı-
na alan” bir yapılanma anlamamız gerekiyor. Uzun
dönemli geleceği güven altına almanın bu çok te-
mel araçlarına sahip olmak istiyorsak,
“kapsayıcı
kurum”
konularını daha derinliğine araştırmalıyız.
Kapsayıcı kurum konusunda bir
“ortak anlayış”
or-
taya koyabilirsek, o zaman büyümeyi de güven altı-
na alabilir, cari açığımızı makul düzeylere indirebi-
lir ve fiyat istikrarı da sağlayarak kararlı bir gelişme
yaratabiliriz...
İnsanoğlu salt
çıplak gücüyle
yapamadıklarını
aklını kullanarak
bulduğu araç
ve yöntemlerle
yapabiliyor.
Sanayi
Devrimi’ne kadar
ve bu devrimin
ilk dönemlerinde
insan aklının
geliştirdiği
teknoloji yerel
ve doğrusal
büyüyordu.
Bugün ise
küresel ve üstel
büyümeye
tanıklık ediyoruz.
EKONOMİK
FORUM
91
i