“İnsanları
güç değil,
korku
yozlaştırır”
RÜŞTÜ BOZKURT
D
algalanmaların alabildiğine hızlandığı,
belirsizliklerin arttığı, karmaşıklığın
yoğunlaştığı ve muğlaklığın hayatın
özüne yerleştiği bir zamandan geçi-
yoruz. 12 yıl önce, Mart 2003’de Discover’dan
Reyhan Oksay’ın Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji
Dergisi’ne aktardığı yazısına göz atıyorum. Robert
Wood Johnson Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndenDr.
Alton Hassett ve Dr. Leonard Sigal’ın saptamaları
dikkatimi çekiyor: “Kronik kaygı ve çaresizlik du-
rumu en üst düzeyde... Tanımlanamayan bir tehli-
kenin her an, her şekilde, önceden haber vermeden
vurabileceği kaygısı insanları büyük bir boşluğun
içine itiyor.”
İçinde bulunduğumuz ortam, “insanların ruh
ve beden sağlığını” bozuyor. İnsanların “bağışıklık
sistemi zayıflıyor”, birçok insan “uyku bozukluğu”
yaşıyor. Bilinen ve bilinmeyen hastalıklarla yüz-
leşiyoruz. Söz konusu yazıda psikiyatrist Carole
Lieberman’ın işaret ettiği gibi, kaygılı insanlar daha
fazla yiyor ve daha fazla içiyor. Kazaların sayısı
artıyor. Daha sık soğuk algınlığı yaşanıyor. Kalp
krizi geçirenlerin oranı yükseliyor. İnsanları vahşi
hayvanlara yemolmaktan kurtaran kaygı ve korku-
lar sistemi, şimdi onları kemiriyor, yiyor, bitiriyor.
“KORKUYOZLAŞTIRIR”
Myanmar
’ın önderi
Aung San Su,
“İnsanları
güç değil, korku yozlaştırır. Güç sahipleri iktidarı yitir-
me korkusuyla, iktidara bağımlı olanlar onun hışmından
duydukları korkuyla yozlaşıyorlar”
diye haykırıyor.
Toplumların sağlıklı kalabilmesi, yozlaşmadan
uzaklaşması için korkularını aşabilmesi gerekiyor.
Natan Sharansky
ve
Ron Dermer
’in
Demokrasi
Davası
kitabında belirttikleri gibi toplumların bu
durumda üç temel güç kaynağına ihtiyacı var:
Bireyin içsel özgürlüğünün gücü, özgür toplu-
mun gücü ve özgür dünyanın dayanışma gücü.
Her üç kaynağın da çözüldüğü, değerlerin
aşındığı, ortak iradelerin oluşturulamadığı, or-
tak yararların netleştirilemediği ve ortak pro-
jelerle gelecek inşasına katkının gerektiği gibi
yapılamadığı bir aşamada bulunuyoruz.
Sharansky
ve
Dermer, Arşimed’
e gön-
derme yaparak,
“Dünyayı döndürmeye çalışanlar,
öncelikle kendilerini ayakta tutabilecekleri bir yer
bulmalılar”
diye anımsatıyorlar. İki yazar ekliyor-
lar: “
Ahlaki netlik bize ayakta durabileceğimiz yer
hazırlar; daha iyi bir dünya yaratmak için yetenek-
lerimizi, fikirlerimizi ve enerjimizi harekete geçirecek
manivela kuvvetine referans noktasını verir.”
Sharansky
ve
Dermer
’in çalışmasından yola
çıkarak, korkuların, özellikle de içe dönük korkula-
rın çığ gibi büyümesinin ürettiği olumsuzlukların
arttığını söyleyebiliriz. Öncelikle korku toplumu-
nun yasakları veya kısıtlamaları samimi inanç
sahiplerini sisteme ve rejime yabancılaştırıyor.
İkincisi, insanlar itaat ve biat ettikleri ortama
inanmıyor, olup bitenleri zihinlerinde sorgulamı-
yor, sorgulamaya dayalı meşrulaştırma süzgecin-
den geçirmiyor ve tam anlamıyla bir içsel çürüme
yaşıyor; insanların kendilerine ve inançlarına
saygıları azalıyor.
Üçüncüsü, korku toplumlarındaki insanların
neye inandıklarını anlamamız güçleşiyor. İnsan-
lar, özgürlüklerini yitirdikçe, kendilerini ciddi
biçimde sansür ediyor, sorulan sorulara verdikleri
yanıtları saptırıyor. Dürüstlük, bildiklerimiz le
söyleyebildiklerimiz arasındaki makas olduğuna
göre, korku toplumunda bireyler ve topluluklar
dürüstlükten uzaklaşıyor.
Dördüncüsü, korku toplumlarında açık or-
tamlardaki söylemlerin ortak gerçekliğimiz ve
hakikatlerimizden sapmaları büyür; bilincin çok
temel bileşenlerinden biri olan
“birbirimizi anlama”
yoğunluğumuz azalıyor. Korku toplumlarında açık
ortamlardaki söylemlerin “güvenilir delil” olma
özelliği giderek azalıyor; güvensizlik artıyor.
Korku toplumunun yasakları veya kısıtlamaları samimi
inanç sahiplerini sisteme ve rejime yabancılaştırıyor.
Korku
toplumu bireyleri ve toplulukları yozlaştırıyor; birleşme yerine
ayrışmalar, kapsayıcılık yerine sömürücülük, saygı yerine kibir
ve üstünlük inancı, içtenlik yerine aldatma öne çıkıyor.
Toplum
içten içe çürüyor, gücü azalıyor...
YÖNETİM
92
EKONOMİK
FORUM