Sümerler’den bugüne metinlere bakıldığında,
insanlığın açgözlülük tuzağına düşmemesi için
benzer öğütlerin öne çıktığı görülür. Sümer rahi-
binin dediği gibi, “Sen kendin için değilsen, kim
senin için... Sen başkaları için değilsen nesin ki!
Şimdi değilse, ne zaman?”
Toplumlar, uzun soluklu yaşayabilmek için
kendi birlik ve beraberliklerini sürekli yeniden
üretmek zorunda kalır. Toplumların kendini ye-
niden üretmesi ise birlikte yaşamının sağladığı
yararın birey, topluluk ve toplum bütününün zihin-
lerinde meşrulaştırılması anlamı taşır. Zihinlerdeki
meşrulaştırma, önce toplum önderlerinin, iletişim
kanallarında sorumluluk alanların, entelektüelle-
rin, kanaat önderlerinin ortak gelişme stratejisi
çevresinde örgütlenen ortak dili oluşturması, ayrış-
tırıcı ve kutuplaştırıcı anlatımlardan sakınmasını
gerektirir. Ancak o zaman var olma ile varlıklı olma
arasındaki denge kurulur ve ilkesiz hırsın insanları
aşırı uçlara kaydırması minimize edilebilir.
TAKDİR EDİLME VE ŞÖHRET AÇLIĞI
Hepimiz insandaki “takdir edilme ve şöhret aç-
lığıyla” yüzleşmişizdir. Kuşkusuz, “iltifat marifete
tabii olmalı.” Özveride bulunan, sıradan olmanın
ötesinde işler yapan, topluma farklı değerler katan
insanların bilinmesi, tanınması ve takdir edilmesi
gerekir. Burada anlatılmak istenen hak edilmiş
takdir ve şöhret değil. Kendi sınırlarını çizmekte
zorluk çekenlerin “vermeden almaya” dönük,
kurnazlık içeren aşırı değerlendirmeler yapılması.
Özellikle günümüzde medyadaki çeşitlenmeler,
“bir yumurtlayıp on gıdaklamasını” bilenlere “hak
edilmemiş şöhret kapılarını açabilmekte.”
Takdir edilme ve şöhret açlığının sınırı, bu al-
gının başkalarına vereceği zarar noktasında başlar.
Ölçü koymadan, ilke ve kural belirlemeden yaka-
lanan açıkları kendi lehine doldurma eğilimi güç-
lendiği zaman küçük ya da büyük krizler beslenir.
Takdir edilme ve şöhret ihtiyacını yerli yerine
oturtacak olan tutum; toplumda ayrıntı bilgisine
sahip uzmanlık alanlarının gelişmesi, bu alanda
yetişmiş insanların özgür tartışmalarının önünün
açılmasıyla oluşur. Kimin hak ederek şöhret, ki-
min boşlukları yakalayarak sanal şöhret olduğunu
ayırmanın güçleştiği gününüz koşullarında, sahte
şöhretlerin toplumu krizlerden krizlere sürükle-
mesi mümkün. Şöhretin sahteliğinin anlaşılması,
bilgili ve iletişim içinde dirençli toplumsal önder-
lerin varlığını gerektirir.
Almanya’da Federal Ekonomi Bakanı’nın Volk-
swagen krizinin nedenlerinden birinin de “takdir
edilme ve şöhret açlığı” olduğunu söylemesi, hasta-
lığın sadece bireylerin değil, büyük iş örgütlerinin,
siyaset kurumlarının da bünyesine sızabileceğinin
kanıtı. Belli makam ve mevkilerde olanlar ile on-
ların pozisyonlarından yararlanmak isteyenlerin
takdir edilme ve şöhret açlığını kullandıklarına
tarih binlerce kez tanıklık etmiştir. “Şeyh uçmaz,
müritler uçurur” anlatımı yaşananlardan çıkan
derstir. Çağrılar üzerine odaklandığında, kendi iç
dünyasına dönüp, bir gün bütün makamlardan ve
mevkilerden ayrılıp, sıradan bir insan olarak sokak-
ta dolaşırken karşılaşılan tanıdık insanların göz-
lerine gözlerini kırpmadan bakmanın koşullarını
yaratıp, yaratmadığını sorgulayanlar takdir edilme
ve şöhret açlığının tuzağına kolay kolay düşmez.
İnsan, “Mezarlıklar kendini vazgeçilmez sanan
insanlarla dolu” atasözünü her sabah anımsamalı.
KİBİR VE ÜSTÜNLÜK İNANCI
Açgözlülük ve sorumsuzluk, takdir edilme ile
şöhret açlığı, kimliğini genellikle kendini ötekin-
den üstün görme üzerine inşa etmeye yatkın olan
insanların kolay yakalanabilecekleri bir hasta-
lık. Bu hastalık imparatorluklar, büyük devletler
ve örgütlere de sinebilir. ABD’nin güçlü olduğu
dönemlerde, kendisinin öncülüğünde kurulan
Birleşmiş Milletler’i bile hiçe sayan davranışlar
göstermesi, hâkim güç olmanın kibri ve üstünlük
inancından kaynaklanır.
Olgunluk, kendini aşmaktır. Bilgelik, kendimi-
zi başkalarının yerine koymaktır. Erdem, ahlakın
altın kuralı olan, “sana yapılmasını istemediğini
sen de başkasına yapma” ilkesine bir gölge sada-
katiyle uyabilmektir.
Kibir, doğallıktan uzaklaşmak; iç dünyamızın
yakaladığı boşlukları örtmek için kutsal şallar
kullanmaktır. “İnsan aksak ayağının üzerine sıkı
basar” atasözünü unutmayalım. Kibir insanı, aşırı
değerlendirmelerin tuzağına düşürür.
Kibir, “elinde büyük çekiç olanın her şeyi çivi
gibi görme” anlayışını besler. Kibir, “mazrufu
olmayanı zarfa” abanmaya yöneltir. Kibir, “nice-
likleri niteliklerin önüne çıkarır”, vasatlığı besler.
Kibir, “tefekkür katkısını reddetmeyi, kendini öne
çıkarmayı” özendirir.
Takdir edilme ve
şöhret ihtiyacını
yerli yerine
oturtacak olan
tutum;
toplumda
ayrıntı bilgisine
sahip uzmanlık
alanlarının
gelişmesi, bu
alanda yetişmiş
insanların özgür
tartışmalarının
önünün
açılmasıyla
oluşur.
EKONOMİK
FORUM
93
i