Background Image
Table of Contents Table of Contents
Previous Page  93 / 132 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 93 / 132 Next Page
Page Background

Sümerler’den bugüne metinlere bakıldığında,

insanlığın açgözlülük tuzağına düşmemesi için

benzer öğütlerin öne çıktığı görülür. Sümer rahi-

binin dediği gibi, “Sen kendin için değilsen, kim

senin için... Sen başkaları için değilsen nesin ki!

Şimdi değilse, ne zaman?”

Toplumlar, uzun soluklu yaşayabilmek için

kendi birlik ve beraberliklerini sürekli yeniden

üretmek zorunda kalır. Toplumların kendini ye-

niden üretmesi ise birlikte yaşamının sağladığı

yararın birey, topluluk ve toplum bütününün zihin-

lerinde meşrulaştırılması anlamı taşır. Zihinlerdeki

meşrulaştırma, önce toplum önderlerinin, iletişim

kanallarında sorumluluk alanların, entelektüelle-

rin, kanaat önderlerinin ortak gelişme stratejisi

çevresinde örgütlenen ortak dili oluşturması, ayrış-

tırıcı ve kutuplaştırıcı anlatımlardan sakınmasını

gerektirir. Ancak o zaman var olma ile varlıklı olma

arasındaki denge kurulur ve ilkesiz hırsın insanları

aşırı uçlara kaydırması minimize edilebilir.

TAKDİR EDİLME VE ŞÖHRET AÇLIĞI

Hepimiz insandaki “takdir edilme ve şöhret aç-

lığıyla” yüzleşmişizdir. Kuşkusuz, “iltifat marifete

tabii olmalı.” Özveride bulunan, sıradan olmanın

ötesinde işler yapan, topluma farklı değerler katan

insanların bilinmesi, tanınması ve takdir edilmesi

gerekir. Burada anlatılmak istenen hak edilmiş

takdir ve şöhret değil. Kendi sınırlarını çizmekte

zorluk çekenlerin “vermeden almaya” dönük,

kurnazlık içeren aşırı değerlendirmeler yapılması.

Özellikle günümüzde medyadaki çeşitlenmeler,

“bir yumurtlayıp on gıdaklamasını” bilenlere “hak

edilmemiş şöhret kapılarını açabilmekte.”

Takdir edilme ve şöhret açlığının sınırı, bu al-

gının başkalarına vereceği zarar noktasında başlar.

Ölçü koymadan, ilke ve kural belirlemeden yaka-

lanan açıkları kendi lehine doldurma eğilimi güç-

lendiği zaman küçük ya da büyük krizler beslenir.

Takdir edilme ve şöhret ihtiyacını yerli yerine

oturtacak olan tutum; toplumda ayrıntı bilgisine

sahip uzmanlık alanlarının gelişmesi, bu alanda

yetişmiş insanların özgür tartışmalarının önünün

açılmasıyla oluşur. Kimin hak ederek şöhret, ki-

min boşlukları yakalayarak sanal şöhret olduğunu

ayırmanın güçleştiği gününüz koşullarında, sahte

şöhretlerin toplumu krizlerden krizlere sürükle-

mesi mümkün. Şöhretin sahteliğinin anlaşılması,

bilgili ve iletişim içinde dirençli toplumsal önder-

lerin varlığını gerektirir.

Almanya’da Federal Ekonomi Bakanı’nın Volk-

swagen krizinin nedenlerinden birinin de “takdir

edilme ve şöhret açlığı” olduğunu söylemesi, hasta-

lığın sadece bireylerin değil, büyük iş örgütlerinin,

siyaset kurumlarının da bünyesine sızabileceğinin

kanıtı. Belli makam ve mevkilerde olanlar ile on-

ların pozisyonlarından yararlanmak isteyenlerin

takdir edilme ve şöhret açlığını kullandıklarına

tarih binlerce kez tanıklık etmiştir. “Şeyh uçmaz,

müritler uçurur” anlatımı yaşananlardan çıkan

derstir. Çağrılar üzerine odaklandığında, kendi iç

dünyasına dönüp, bir gün bütün makamlardan ve

mevkilerden ayrılıp, sıradan bir insan olarak sokak-

ta dolaşırken karşılaşılan tanıdık insanların göz-

lerine gözlerini kırpmadan bakmanın koşullarını

yaratıp, yaratmadığını sorgulayanlar takdir edilme

ve şöhret açlığının tuzağına kolay kolay düşmez.

İnsan, “Mezarlıklar kendini vazgeçilmez sanan

insanlarla dolu” atasözünü her sabah anımsamalı.

KİBİR VE ÜSTÜNLÜK İNANCI

Açgözlülük ve sorumsuzluk, takdir edilme ile

şöhret açlığı, kimliğini genellikle kendini ötekin-

den üstün görme üzerine inşa etmeye yatkın olan

insanların kolay yakalanabilecekleri bir hasta-

lık. Bu hastalık imparatorluklar, büyük devletler

ve örgütlere de sinebilir. ABD’nin güçlü olduğu

dönemlerde, kendisinin öncülüğünde kurulan

Birleşmiş Milletler’i bile hiçe sayan davranışlar

göstermesi, hâkim güç olmanın kibri ve üstünlük

inancından kaynaklanır.

Olgunluk, kendini aşmaktır. Bilgelik, kendimi-

zi başkalarının yerine koymaktır. Erdem, ahlakın

altın kuralı olan, “sana yapılmasını istemediğini

sen de başkasına yapma” ilkesine bir gölge sada-

katiyle uyabilmektir.

Kibir, doğallıktan uzaklaşmak; iç dünyamızın

yakaladığı boşlukları örtmek için kutsal şallar

kullanmaktır. “İnsan aksak ayağının üzerine sıkı

basar” atasözünü unutmayalım. Kibir insanı, aşırı

değerlendirmelerin tuzağına düşürür.

Kibir, “elinde büyük çekiç olanın her şeyi çivi

gibi görme” anlayışını besler. Kibir, “mazrufu

olmayanı zarfa” abanmaya yöneltir. Kibir, “nice-

likleri niteliklerin önüne çıkarır”, vasatlığı besler.

Kibir, “tefekkür katkısını reddetmeyi, kendini öne

çıkarmayı” özendirir.

Takdir edilme ve

şöhret ihtiyacını

yerli yerine

oturtacak olan

tutum;

toplumda

ayrıntı bilgisine

sahip uzmanlık

alanlarının

gelişmesi, bu

alanda yetişmiş

insanların özgür

tartışmalarının

önünün

açılmasıyla

oluşur.

EKONOMİK

FORUM

93

i