İnsanlığı aşındıran
üç bela
RÜŞTÜ BOZKURT
A
zerbaycan’ın bağımsızlığına kavuştu-
ğu 1990’li yılların başlarında, Şişecam
açısından potansiyelleri belirleme-
ye yönelik heyecanla araştırmalar
yapmaya başladık. Sık sık Azerbeycan’a gidiyor;
Gence’den Subırabad’a, Nahcivan’dan Sumgait’e
dolaşıyorduk.
Nahcivan’dan Baku’ye bağlantıyı kuran küçük
uçak fırtına nedeniyle kalkış yapamadı. Ne yapa-
cağımızı düşünürken bizimle birlikte havaalanında
olan Nahcivan Başsavcısı Hüseyin Bey bizleri evine
götürdü. Bütün gece Balbek’den Fuzuli’ye şiirler-
lerle süslenen, giderek koyulaşan söyleşinin bir
yerinde savcının yakın arkadaşı, “İnsanın özünün
özüne ettiğini felek bile etmez!” dedi.
Bu özdeyiş o günden bugüne zihin hiyerarşimin
üst sıralarındaki yerini korur. Üç “insani zaafın”
başımızın büyük belası olduğunu sık sık bana anım-
satır. Bunlar açgözlülük ile sorumsuzluk, takdir
edilme ile şöhret açlığı ve kibir ile üstünlük inancı.
AÇGÖZLÜLÜK VE SORUMSUZLUK
İnsanlar arasında “sosyal mesafelerin korun-
ması” hayatın zor yanlarından biri. İnsan doğası
kendini öne çıkarmaya yatkın. Daha çocukluktan
başlayarak “sahip olma duygusu” gelişir, kardeşler
oyuncaklarını paylaşamadıkları için didişir.
Aile kurumunun, okulların, inanç kurumları-
nın, devlet örgütlenmelerinin enerjilerinin önem-
li bölümü yeni yetişmekteki kuşaklara ulusal ve
evrensel değerleri öğretmek, içselleştirilmesini
sağlamak için harcanır. İnsanlar bir arada yaşarken,
güven içinde yaşamı sürdürmenin belirleyici unsur-
lardan birinin de ortak dili konuşmaktan çok ortak
düşünceyi paylaşmak olduğunu öğrenir. Ortak dü-
şünceyi sağlamak ve yaşam biçimi haline getirmek
için “öğretilmiş değerlere” başvurulur. Öğretilmiş
değerler de, ulusal ortak yarar adına topluma sunu-
lur ve bir arada yaşamayı “meşrulaştıran” zihinsel
paydaşlık yaratılmaya çalışılır.
“Ulusal” kavramı, bireyin çıkarlarını aşan, top-
lumun çıkarlarına vurgu yapan bir özveri çağrısı ya-
par. Çoğu kez ulusal kavramına vurgu yapılmasının
arka planında, birey çıkarları ile toplumun çıkarla-
rının çatışmasının yaratabileceği ayrışmayı önleme
vardır. Çok yaygın anlatımla, “Mehmet’in çıkarla-
rıyla, memleketin çıkarları” her zaman örtüşmez.
Toplumu yönetme erkini elinde tutanların “iyi
bir yönetişiminden” söz edildiğinde, “Mehmet’in
çıkarlarıyla, memleketin çıkarlarını dengeleyebilen
örgütlenme ve uygulama” anlaşılır.
Aileden okula, inanç örgütlenmelerinden ticari
örgütlenmelere, insanı mıza bir arada yaşamının
temel kurallarından biri olan “kendine fren koyma
ilkesini” öğretememişsek, birey ile toplumun çı-
karlarını dengelemek zorlaşır. Bireyin haklarının,
diğer bireylerin haklarıyla sınırlı olduğu ailede,
okulda, sosyal yaşamın öteki derinliklerinde kav-
ranması gerekir. Daha da önemlisi “ad il olmak”
bir yaşam biçimi ve tarzı haline getirilmediğinde, aç
gözlülük ile sorumsuzluk tohumlarının yeşermesi
için iklim ve ortam hazır olur.
Geçtiğimiz ayda yitirdiğimiz büyük usta Çetin
Altan’ın zenginlik tanımlaması, insanlara açgöz-
lülük ve sorumsuzluk iklimi yaratmakla ilgili so-
rumlulukları hakkında da bilgi veriyor. Altan’a göre
“zenginliğin üst sınırı, dostlarla sofrayı korkmadan
paylaşacak kadar akara sahip olmaktır, ondan ötesi
başka bir şeydir, sahip olmakla ilgilidir.”
Toplumun yarattığı zenginlik algısı, “sahip ol-
mayı”, “olmanın” önüne koyar, “itibar göstergesi”
haline getirirse, sahip olma ölçeklerini büyütmek
için insanlar ilke ve kuralları hiçe sayarak “açgözlü-
lük ve sorumsuzluk” alanlarını genişletir.
Üç “insani zaaf” olan açgözlülük ile sorumsuzluk, takdir edilme
ile şöhret açlığı ve kibir ile üstünlük inancı başımızın büyük
belası.
Bireyin haklarının, diğer bireylerin haklarıyla sınırlı olduğu
ailede, okulda, sosyal yaşamın öteki derinliklerinde kavranması
gerekir. Daha da önemlisi “adil olmak” bir yaşam biçimi ve tarzı
haline getirilmediğinde, aç gözlülük ile sorumsuzluk tohumlarının
yeşermesi için iklim ve ortam hazır olur.
rustu.bozkurt@dunya.comYÖNETİM
92
EKONOMİK
FORUM