107
EKONOMİK
FORUM
Telif hakkı: Project Syndicate, 2016.
www.project-syndicate.org
Para pol t kalarını yapanların onlarca yıldır kullandığı standart
ekonom k modelde bankaların h çb r rolü yoktur. Elbette eğer
banka d ye b r şey olmasaydı, merkez bankaları da olmazdı; ama
z h nsel uyumsuzluk merkez bankalarının kend modeller ne
duydukları güven kolay kolay sarsmaz.
GSMH yüzdesi düştü
Avrupa ve ABD dahil birçok ekonomide reel (enflasyona
göre düzeltilmiş) faiz oranları zaman zaman %-2 seviyelerinde
negatif olmuştur. Bu durumda, reel faiz oranları düştüğü için, iş
yatırımları durgunlaşmıştır. OECD’ye göre, çoğunlukla tesis ve
ekipmandan oluşan bir kategoriye ayrılan GSMH yüzdesi hem
son yıllarda Avrupa’da hem de ABD’de düşmüştür. (ABD’de 2000
yılındaki %8.4 seviyesinden 2014’te %6.8’e düştü; AB’de ise, aynı
dönem içinde %7.5’ten %5.7’ye düştü.) Diğer veriler de benzer
bir resim çizmektedir.
Büyük kuruluşların yatırım yapmaya istekli olacakları faiz
oranını hassasiyetle hesapladıkları ve faiz oranları 25 baz puan
daha düşürüldüğü takdirde çok sayıda proje üstlenmeye istekli
olacakları fikrinin saçma olduğu açıktır. Daha gerçekçi bir ifadeyle,
büyük kuruluşlar yüz milyarlarca, hatta gelişmiş ekonomiler bir
arada düşünülürse trilyonlarca doların üzerinde oturmaktadır
çünkü zaten çok yüksek kapasiteye sahiptirler. Sırf faiz oranı biraz
düştü diye neden daha çok inşaat yapsınlar ki? Borç almaya istekli
olan küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ’ler) ECB negatif
olmadan önce kredi alamıyordu ve şimdi de alamıyor.
Basit bir ifadeyle, çoğu firma ve özellikle de KOBİ’ler hazine
bonosu oranıyla kolay kolay kredi alamaz. Sermaye piyasaları
üzerinden kredi almazlar. Bankalardan kredi alırlar. Ve bankaların
belirlediği faiz oranlarıyla hazine bonosu oranı arasında büyük
bir fark (aralık) vardır. Ayrıca, bankalar vesika ile borç verir. Bazı
firmalara kredi vermeyi reddedebilirler. Bazen de teminat isterler
(bu da genellikle gayrimenkuldür).
Bankaların hiçbir rolü yok
Ekonomist olmayanlar bunu duyunca çok şaşırabilir ama para
politikalarını yapanların onlarca yıldır kullandığı standart ekono-
mik modelde bankaların hiçbir rolü yoktur. Elbette eğer banka
diye bir şey olmasaydı, merkez bankaları da olmazdı; ama zihinsel
uyumsuzluk merkez bankalarının kendi modellerine duydukları
güveni kolay kolay sarsmaz.
Gerçek şudur ki, Euro bölgesinin yapısı ve ECB politikaları
krizdeki ülkeler başta olmak üzere düşük performanslı ülkelerdeki
bankaları çok zayıflatmıştır. Mevduatlar çekilmiştir ve Almanya’nın
talep ettiği kemer sıkma politikaları toplam talep açığını sürdür-
mekte ve işsizliği yüksek düzeylerde tutmaktadır. Bu şartlarda,
kredi vermek risklidir ve bankaların da özellikle (tipik olarak en
çok sayıda iş alanının olduğu) KOBİ’lere kredi verecek ne iştahı ne
de yeterliliği vardır.
Devlet tahvillerindeki reel faiz oranının %-3’e ve hatta %-4’e
düşmesi pek bir fark yaratmaz. Negatif faiz oranları bankaların
bilançolarına zarar verir ve bankaların üzerindeki “refah etkisi”
kredi verme teşviklerindeki küçük artışı bastırır. Politika yapıcılar
dikkatli olmazsa, kredi verme oranları artabilir ve kredi bulunabi-
lirliği azalabilir.
Kredi akışına odaklanılmalı
Üç sorun daha vardır. Birincisi, düşük faiz oranları firmala-
rı daha sermaye-yoğun teknolojilere yatırım yapmaya teşvik
ederek, işsizlik kısa vadede azalırken bile, işgücü talebinin uzun
vadede düşmesiyle sonuçlanır. İkincisi, daha da zarar gören faiz
geliri bağımlısı yaşlılar fayda gören zengin sermaye sahiplerinin
yaptığı tüketim çılgınlığından daha derin tüketim kesintilerine
giderek bugünkü toplam talebi baltalar. Üçüncüsü, belki mantık
dışı olmakla beraber geniş ölçekte belgelenmiş olan verim arayışı
birçok yatırımcının kendi portföylerini daha riskli mal varlıklarına
doğru kaydırıp ekonomiyi daha büyük mali istikrarsızlığa sokaca-
ğına işaret etmektedir.
Merkez bankalarının yapması gereken şey kredi akışına
odaklanmaktır ve bu da yerel bankaların KOBİ’lere kredi verme
becerisini ve isteğini eskiye döndürme ve koruma anlamına
gelir. Bunun yerine, merkez bankaları bütün dünyada sistemik
öneme sahip bankalara ve aşırı risk alan ve durumu kötüye kul-
lanan uygulamalarıyla 2008 krizine yol açan finans kurumlarına
odaklanmıştır. Ama, özellikle de konu yatırımların, istihdamın
ve büyümenin eskiye döndürülmesi ise, toplamda çok sayıda
küçük bankanın sistemik önemi vardır. Bütün bunlardan alınacak
asıl ders bilindik darbımeselde saklıdır,“döküntü girerse, döküntü
çıkar.” Eğer merkez bankaları hatalı modelleri kullanmaya devam
ederlerse, yanlış işler yapmaya da devam edeceklerdir. Elbette,
en iyi koşullar altında bile, para politikasının çöken bir ekonomiyi
tekrar tam istihdam düzeyine getirme becerisi sınırlı olabilir.